”Nerede kaldın lan”ın Ruhu
Politik ultras olmak Livorno’yla başladı aslında. İsveç’te, devrimci tribünleri Fototifo.it gibi sayfalardan takip ediyorduk. İtalyan partizanlarını anmak için İskandinavya Livorno taraftarlarını buluşturup Partigiani Livornesi Scandinavia grubunu da kurduk. İtalya’ya gittik, Bella Ciao’larla Livorno’nun gücüne güç katmak için haykırdık, yoldaş ultraslarla biraları yudumladık ve o yetersiz çakma İtalyancamızı bile zorladık. Maç öncesi faşist Triestina taraftarı gelirken de arkadaşlarda olan emanetleri paylaştık. İsveç’te özlemini duyduğumuz toplumsal tribün anlayışını hep başka yerlerde aradık ve farklı yerlerde bulduk.
Gezi direnişi ve tribünlerin (özellikle de Beşiktaş tribünlerinin) etkisi yalnızca Türkiye’de kamuoyu yarattı sanmayın. 31 Mayıs sonrasında İsveç’teki arkadaşlar Gezi hakkındaki paylaşımlarında sürekli Çarşı’dan bahsediyorlardı. ’SİYAH’ diye bağırıldığında neredeyse İsveç’ten veya İtalya’dan ’BEYAZ’ cevabı gelecek kadar hissedilebilir bir dayanışmaydı.
Buradaki durumu da bu yazının okuruna anlatmanın pek bir anlamı yok. Bu direnişi bir futbol sezonu olarak düşünürsek kazanan takım kesinlikle Beşiktaş oldu, gol kralları da Çarşı’nın ağabeyleri.
O ilk günler Köyiçi’nde ve Akaretler’de yanımda futbolla alakası olmayan arkadaşlarım bile direnirken burada bulunmanın anlamını çok iyi biliyordu. Fenerli kuzenimin coşkuyla, Çarşı’yla beraber Gezi’ye yürüyüşlere katılmak için semte gelmesi, İsveç’ten Beşiktaş atkılarının bavulda yer bırakmayacak kadar çok sayıda ısmarlanması bir şeylerin göstergesidir.
Kendi açımdan beş yıldır peşinden koştuğum İsveç’li kızı en sonunda tesadüfen İstanbul’da yakaladıktan sonra, gece vakti İnönu’nün önünde az kalsın benden soğutup, yarım saat en son yapılan Gençlerbirliği maçındaki direnişten bahsetmem ise ayrı bir hikaye… Benden sıkılabilirdi ama sanırım Beşiktaş’ın ruhunu o da az bile olsa yaşadıktan sonra semte kadar geldi sonrasında. Sabah evden ayrılırken de ”Beşiktaş’a yine gelmek isterim” demesi kesinlikle sadece benden kaynaklanmıyor, bundan çok eminim.
Buranın havası farklı işte. Her insanın hayatta aradığı şeyi, o rahat nefesi alabilmeyi tribünlerde ve miting alanlarında siyah ve beyaza bürünerek buluyorum.
Hatırlamadığım bir maçın öncesinde Şairler Parkına gelince, Halkın Takımı’ndan bir ağabey “aa, sen de gelmişsin, hoşgeldin” demedi. ”Nerede kaldın lan” diye karşıladı. İlk Beşiktaş maçlarına tek başıma gitmeye başladığımdan bir kaç yıl geçmiş ve şimdi semtte yarım yılımı bile doldurmamıştım. Memleketimin neresi olduğunu öğreten sözler oldu bunlar. Türkiye’de neden renkli takım tutmadığımın kanıtı aynı zamanda. Benim yerim her zaman burasıydı ama bu son dönemde bunu bizzat yaşamanın hazıyla hareket etmek daha da gurur verici.
Beşiktaşlılık böyle bir şey. Yüzümüz gülse de yumruklar sıkılmış halde geziyoruz bu hayatta. Dilimzde tezahüratlar, sloganlar hep hazır. Besiktaşlı olmak vicdanlı, coğulcu, kucaklayıcı ve aynı zamanda tutarlı ve sadık olmaktır. Bunu yaşayamayan insanlara karşı kin ve nefret duymam, sadece onların adına üzülürüm. Yani övünmek gibi olmasın ama biz kara kartallıyız. Bu Gezi’den önce de sonra da direniş ruhunu taşımış olmak anlamına gelir. Dilerseniz buna ‘bitmeyen bir yolculuk’ da diyebilirsiniz.
Ekim Çağlar