Makale daha önce BirGün gazetesinde de yayınlanmıştır.
_______________________
Sekiz yıl aradan sonra sosyal demokratlar yeniden iktidarda ama İsveç halkının bu değişimin neleri düzelteceği konusunda kafası karışık. Hükümet, sosyal demokratlar ile Çevre Partisi arasındaki koalisyonla şekillenecek.
Özelleştirmeler, düşen vergiler, yüksek işsizlik rakamları ve sınıflar arası farkların giderek artması… Sağcı ittifak adlı koalisyonun sekiz yıl aradan sonra iktidarı kaybetmesiyle, sosyal demokrasinin kalesi olarak görülen İsveç merkez sola yeniden şans tanımak istediğini gösterdi. Yeni iktidarın lokomotifi, İsveç modern tarihinin en başarılı partisi olan Sosyal Demokrat Parti. Yumuşak bir çizgi izleyerek sağ eğilimli seçmenleri korkutmadan hâlâ sosyal demokrat olmanın dengesini tutturmaya çalışan parti, eski metal sendikası başkanı Stefan Löfven liderliğinde yüzde 31,2 oy alarak ülkenin en büyük partisi oldu. En büyük blok merkez sol olsa da, azınlık hükümeti sorunsuz bir şekilde kurulacak mı sorusu merak konusu. Büyük bir olasılıkla, hükümet sosyal demokratlar ve Çevre Partisi (Miljöpartiet) arasında kurulacak ve sosyal demokratların yedek planı İttifak kampından Merkez Parti (Centerpartiet) ve Liberal Halk Partisi’ni (Folkpartiet) yanlarına çekmek olacaktır. Danimarka’nın sol eğilimli gazetesi Politiken, seçim sonuçlarını “solcular seçimleri kazandı, ama iktidarı ele alamadı” olarak özetlerken İngiliz Financial Times ve birçok yerli yorumcu parçalanmış bir parlamentoda hükümet kurmanın zorluklarına değindi.
MERKEZDEKİ DAR ALAN
İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde görülen triangulation taktiği, yani karşı taraftan oy çalmak için siyasi anlamda rakip partilere yaklaşmak, birkaç seçim üst üste İsveç’te de görüldü. 1980’lerin küresel neoliberal dalgası ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü İsveç’in siyasi dinamiklerini de değiştirdi ve sosyal demokrasi de artık “üçüncü yol” liberalizmine yenildi. Sosyal Demokrat parti özellikle efsane başkanı Olof Palme’nin 1986’da öldürülmesi sonrasında serbest piyasacı politikayı benimsemiş, bu kaymayla beraber post-komünist Sol Parti (Vänsterpartiet) de sosyal demokrat politikaya daha yakın bir çizgi takip etmiştir. 2014 seçimleri bu hegemonyanın uzantısı olarak sağ ve sol partilerin arasındaki az farkla karakterize edilebilir. Sosyal demokratlar, resmi ideolojilerine uygun olarak muhafazakâr parti Moderaterna ve 2006-2014 arası başbakanlık yapan Fredrik Reinfeldt’in özelleştirme ve vergi indirimleri politikasını yoğun bir şekilde eleştirdi ama aynı zamanda beş büyük vergi düşürme reformundan dördünü muhafaza etmek istediğini de belirtti.
SOL PRAGMATİZMİ SEÇTİ
Sol Parti’nin seçimlerde refah ve eğitim sisteminin içindeki özel şirketlerin elde ettiği kârları durdurmaya odaklı olan seçim kampanyası sol camiada tepki çekse de oylar yüzde 5,6’dan 5,7’e yükseldi. Bu kampanyada “Sosyalizm nerede?” diye soran vatandaşlar umudunu Sol Parti’de bulamasa da, alternatifsizlik partiye hem sol oyları yeteri oranda muhafaza etme konusunda, hem de sol-sosyal demokratların oylarını toplama konusunda yardımcı oldu. İyimser ve pragmatik solcuların görüşü ise farklıydı. Onlara göre, İsveç tarihinde ilk kez bakanlık kazanma şansı doğan post-komünistler için radikal olmanın vakti değildi. Seçimlerden sonra yeni Başbakan Löfven Sol Parti’siz bir hükümet kurma isteğini açıkladıktan sonra ise bu hesaplar en azından ilk etapta boşa çıkmış oldu.
Sosyal demokratların tek kesin iktidar ortağı şu anda Çevre Partisi. Tıpkı Almanya’daki Yeşiller gibi ilk kurulduğunda sistem karşıtlığıyla tanınan bu partinin pragmatist kanadı iktidara ulaşma şansını bulunca partiye ağırlığını koydu. Çevre Partisi (ve seçim öncesinde Sol Parti) ilk bakanlıkları için pazarlıklara hazırlanırken, parti içindeki radikal muhalefet temkinli bir bekleyiş içinde kendi pozisyonunu güçlendirmek için stratejiler kuruyor olmalı.
Seçimlerin kazananları arasında Neo-nazi kökenli aşırı sağ İsveç Demokratları da yer alıyor. 2010 seçimlerinde yüzde 5,7 oy alan partinin oyları bu sene 12,9’a yükseldi. Medya ve sistem partilerinin İsveç Demokratları’na karşı düzenlediği kampanyaların yetersiz olduğu ve ekonomik krizin tıpkı Avrupa’nın bir çok ülkesinde olduğu gibi İsveç’te de yabancı karşıtlığı için zemin hazırladığı böylece ortaya çıkmış oldu. Bu sonuç, ırkçılık ve antipolitik popülist tavırların uzun zaman parlamentoda yer alacağının da göstergesi. İsveç Demokratları’nın ülkenin üçüncü partisi olarak devam etmesi İsveç’in “bile” Avrupa çapındaki ırkçı dalgaya maruz kaldığını gösteriyor.
FEMİNİSTLER BARAJI ZORLADI
Eski Sol Parti Lideri Gudrun Schyman’ın başkanlığı altında yüzde 3,1 oy alan feministler solda dengeleri değiştirmiş olabilir. Çoğu zaman popülist yöntemler kullanan ve özellikle İsveç Demokratları’na karşı çatışmacı duruşuyla ilgi toplayan parti, “sokağın sesi” ve ”ötekiler”i seferber edebilme potansiyeline sahip olduğunu göstererek solda sistem partilerine de bir mesaj yollamış oldu. Çevre Partisi ve Sol Parti, küresel ekonomik krize rağmen antipolitik sistem karşıtlıklarını yitirirlerse, en azından sözlü politikada radikal bir yol izleyen diğer hareketler oy toplamaya hazır gibi görünüyor.
Sosyal demokratların hangi çizgiyle ve hangi politikayla geri döndüklerini tam olarak bilen olmasa da merkez solcu güçler çok rahat olmayan bir nefes almış durumda. Rotası belli olmayan merkez sol, İsveç’te rövanşı böyle kaotik ve ideolojik anlamda renksiz bir ortamda aldı. Bu yüzden 2014 seçimleri hem sosyal demokratlar hem de Yeşiller için tatsız bir zafer oldu.