Medverkade nyligen i en av mina favoritpoddar och talade om turkisk fotboll, klubbkultur och politik. Det blev ett 20 minuter långt samtal i podden FotbollsArena om allt ifrån Arda Turan till folkliga fotbollsprotester under Gezi-demonstrationerna 2013. Förhoppningsvis blev det ett fördjupande samtal om de många banden mellan idrott och samhälle i Turkiet.
besiktas
Fotbollssnack på SR
Läktarkultur, Gezi-uppror och massor av Besiktas. Snackar om allt mellan himmel och fotbollsplan på sju minuter med Katja Magnusson och Ülkü Holago här.
”Nerede kaldın lan”ın Ruhu (Halkin Takimi dergisinden)
”Nerede kaldın lan”ın Ruhu
Politik ultras olmak Livorno’yla başladı aslında. İsveç’te, devrimci tribünleri Fototifo.it gibi sayfalardan takip ediyorduk. İtalyan partizanlarını anmak için İskandinavya Livorno taraftarlarını buluşturup Partigiani Livornesi Scandinavia grubunu da kurduk. İtalya’ya gittik, Bella Ciao’larla Livorno’nun gücüne güç katmak için haykırdık, yoldaş ultraslarla biraları yudumladık ve o yetersiz çakma İtalyancamızı bile zorladık. Maç öncesi faşist Triestina taraftarı gelirken de arkadaşlarda olan emanetleri paylaştık. İsveç’te özlemini duyduğumuz toplumsal tribün anlayışını hep başka yerlerde aradık ve farklı yerlerde bulduk.
Gezi direnişi ve tribünlerin (özellikle de Beşiktaş tribünlerinin) etkisi yalnızca Türkiye’de kamuoyu yarattı sanmayın. 31 Mayıs sonrasında İsveç’teki arkadaşlar Gezi hakkındaki paylaşımlarında sürekli Çarşı’dan bahsediyorlardı. ’SİYAH’ diye bağırıldığında neredeyse İsveç’ten veya İtalya’dan ’BEYAZ’ cevabı gelecek kadar hissedilebilir bir dayanışmaydı.
Buradaki durumu da bu yazının okuruna anlatmanın pek bir anlamı yok. Bu direnişi bir futbol sezonu olarak düşünürsek kazanan takım kesinlikle Beşiktaş oldu, gol kralları da Çarşı’nın ağabeyleri.
O ilk günler Köyiçi’nde ve Akaretler’de yanımda futbolla alakası olmayan arkadaşlarım bile direnirken burada bulunmanın anlamını çok iyi biliyordu. Fenerli kuzenimin coşkuyla, Çarşı’yla beraber Gezi’ye yürüyüşlere katılmak için semte gelmesi, İsveç’ten Beşiktaş atkılarının bavulda yer bırakmayacak kadar çok sayıda ısmarlanması bir şeylerin göstergesidir.
Kendi açımdan beş yıldır peşinden koştuğum İsveç’li kızı en sonunda tesadüfen İstanbul’da yakaladıktan sonra, gece vakti İnönu’nün önünde az kalsın benden soğutup, yarım saat en son yapılan Gençlerbirliği maçındaki direnişten bahsetmem ise ayrı bir hikaye… Benden sıkılabilirdi ama sanırım Beşiktaş’ın ruhunu o da az bile olsa yaşadıktan sonra semte kadar geldi sonrasında. Sabah evden ayrılırken de ”Beşiktaş’a yine gelmek isterim” demesi kesinlikle sadece benden kaynaklanmıyor, bundan çok eminim.
Buranın havası farklı işte. Her insanın hayatta aradığı şeyi, o rahat nefesi alabilmeyi tribünlerde ve miting alanlarında siyah ve beyaza bürünerek buluyorum.
Hatırlamadığım bir maçın öncesinde Şairler Parkına gelince, Halkın Takımı’ndan bir ağabey “aa, sen de gelmişsin, hoşgeldin” demedi. ”Nerede kaldın lan” diye karşıladı. İlk Beşiktaş maçlarına tek başıma gitmeye başladığımdan bir kaç yıl geçmiş ve şimdi semtte yarım yılımı bile doldurmamıştım. Memleketimin neresi olduğunu öğreten sözler oldu bunlar. Türkiye’de neden renkli takım tutmadığımın kanıtı aynı zamanda. Benim yerim her zaman burasıydı ama bu son dönemde bunu bizzat yaşamanın hazıyla hareket etmek daha da gurur verici.
Beşiktaşlılık böyle bir şey. Yüzümüz gülse de yumruklar sıkılmış halde geziyoruz bu hayatta. Dilimzde tezahüratlar, sloganlar hep hazır. Besiktaşlı olmak vicdanlı, coğulcu, kucaklayıcı ve aynı zamanda tutarlı ve sadık olmaktır. Bunu yaşayamayan insanlara karşı kin ve nefret duymam, sadece onların adına üzülürüm. Yani övünmek gibi olmasın ama biz kara kartallıyız. Bu Gezi’den önce de sonra da direniş ruhunu taşımış olmak anlamına gelir. Dilerseniz buna ‘bitmeyen bir yolculuk’ da diyebilirsiniz.
Ekim Çağlar
Om ultras’ roll i Gezi-upproret i Josimar
Läser man norska och vill snöa in sig på ämnet subversiva fotbollsläktare kan min artikel i det senaste numret av det norska fotbollsmagasinet Josimar rekommenderas. Presentation av artikeln:
Tyrkia: Den 31. mai eksploderte en folkelig oppstand i Tyrkia. Det var samtidig startskuddet for en historisk enighet mellom bitre
fotballrivaler. For i spissen av demonstrantene gikk ultras fra Galatasaray, Fenerbache og Besiktas. Bare noen uker tidligere hadde hooliganismen vært gjenstand for store debatter etter at den 20 år gamle Fenerbache-supporteren Burak Yildirim ble stukket ihjel av en gruppe Galatasaray-tilhengere. Men i opprøret mot statsminister Recep Tayyip Erdogan var det supporterne fra de tre erkerivalene som ledet demonstrantene – og det vakte nesten mer oppsikt enn selve opprøret. Snart var avisene fulle av «Istanbul United» – der supporterne fra Istanbuls tre største klubber viste en historisk solidaritet.
Ekim Caglar er statsviter og skribent – og deltok i opprøret. Les hans innside-rapport fra de voldsomme demonstrasjonene i Istanbul.
Artikeln finns ej på nätet, men enskilda ex kan beställas via tidningens hemsida.
Evrensel’de: Direnişçi kim bakalım?
Direnişçi kim bakalım?
Arada sırada eğlenmek güzeldir. Her gün bir yarış, bir hırs, bir koşturma halinde geçerken hayatımız “öfkemiz”, “kızgınlığımız” ve “itirazımız” birikti yıllarca. Çözüm olmadıysa da tribünler oksijen tüpü oldu bu sıkışmışlığın içinde, aynı zamanda coşku ve umut hissettik yeşil sahalarda ve hissettirdik. Çoğumuz için sırf bu yüzden tribünler rahatça nefes aldığımız, stres attığımız yerler oluyor. Her maçın 0-0 başlaması, her maçta kazanma şansımızın olması bu oyuna bu kadar umutla bakmamızın en önemli nedeni belki de. Stad dışında bunu yaşamak pek mümkün olmuyor.
1 Mayıs’ın hemen ardından Evrensel’e yazdığım yazıda “Tribünler artık 1 Mayıs alanına indi” demiştim. Şimdi Gezi Parkı direnişinin merkezinde yine taraftarları ve dillerde yeni milli marş adayı olacak besteyi bulduk: “Sık bakalım, sık bakalım, biber gazı sık bakalım…”
Direnişin en büyük kazançlarından birisi halkın korku engellerini aşıp sokaklara akması dedik. Ayaklanmamızın soundtracki, tazyikli suyu göğüsleyen siyah elbiseli kadının vücut dilinin haykırdığı tezahürat.
Birlik ve kolektif hareket, coşku ve spontanlık, yaratıcılık ve sivri dil… Tabi ki direniş sadece taraftarlardan ibaret değil ama kimse de taraftarların kattığı renk ve hırsı küçümseyemiyor. Toplum ve tribün ayrı tutulmaz diyenler için gelecek yıllarda referans olacak bir direniş oluyor işte.
Bu tarihi birliğin en açık ve net olarak göründüğü yer belki de futbol. Birbirine bağlanmış atkılar ve İstanbul United (Birleşmiş İstanbul) kavramının çıkacağını birkaç ay önce kimse düşünemezdi.
Artık direniş sembolü olarak takım kaşkolu veya forması neredeyse parti bayrağı ve Che tişörtü kadar meşru olmuş halde. Tıpkı 2001’de Arjantin’de neoliberal politikaya karşı düzenlenen protestolarda Maradona formalarının hemen her karede görünmesi kadar bariz bir tablo.
POZİTİF TARAFTAR KÜLTÜRÜ
Türkiye liglerinden hemen hemen her takımın atkıları ve formaları ara sıra görünse de burada Çarşı’nın yeri ayrı. Davulcu Vedat ve kepçe kaçırma olayı artık bir efsane. Harbiye’deki bir esnafın başka bir esnafa “Akıllı ol, yoksa Çarşı’yı salarım üzerine” demesi Çarşı’nın gücünün göstergesi. Köyiçi’nden Taksim’e uzayan ve on binleri toplayan Çarşı yürüyüşleri de öyle.
Bunlar elbette “Artık siyasi örgütlenmeyi bırakalım, hepimiz taraftar olursak bu iş tamamdır” diye anlaşılmasın. Ama Gezi Parkı direnişine sadece bir kere uğramış bir insan bile taraftarların yarattığı güvenli ortamı hissetmiştir. Gaz veya ses bombaları atılınca çok sayıda insan hemen “Çarşı nerede ya, gelsinler kurtarsınlar bizi” diye sağa sola baktı mı bakmadı mı mesela?
Hem kendi duruşuna sadık, hem çoğulcudur Beşiktaş taraftarı. Tıpkı meydanlardaki renk kardeşliği gibi. Atkı takasları, farklı formalarla beraber çekilen resimler… Daha bir ay önce holiganizm toplumun en büyük problemlerinden birisi olarak tartışılırken, artık pozitif taraftar kültürünün varlığı benimsenmiş durumda.
Ayrıca bir köşeye yazmakta fayda var: Çarşı bu ayaklanmada ön saflarda yerini aldı, ama buna zaten hep alışıktı. Çarşı ve Halkın Takımı denildiğinde akla ilk gelen şey yaratıcılık, çoğulculuk ve radikal ilerici görüşlerdir. Ekoloji, azınlık hakları, anti faşizm, çocuk sağlığı ve sosyal adalet gibi konularda senelerdir duyarlılık gösteren gruplara sadece “31 Mayıs’tan sonra iyi iş çıkardılar” demek de ayrı bir bilinçsizlik örneği. Çarşı’nın bu son süreçte büyük bedeller ödediğini, gözaltılar ve tutuklamalardan da anlayabiliriz. Aynı şekilde Galatasaray’ın TekYumruk grubunun çocuk kütüphanesi açma kampanyalarını unutup eylemlere sayı olarak Çarşı’dan az kişiyle katıldıkları için grubu eleştirmek haksızlık olur.
31 Mayıs’taki ayaklanmada çok sayıda Fenerbahçeli taraftar da vardı, hala da var. Adana Demirspor, Karşıyaka, Göztepe, Trabzonspor, Bursaspor, Eskişehirspor, Gençlerbirliği, Mersin İdmanyurdu ve sayamayacağımız kadar çok takım taraftarı, ya aldıkları ortak kararla grup halinde ya da direnişi benimsemiş bireyler olarak kulüp renklerine büründü ve direnişte yerini aldı. Orduspor’un o mor atkılarını da gördükten sonra, artık palette bulabileceğimiz tüm renkler sokaklarda diyebilirdik. Gündemden kaçan bir olumsuz örnek ise ellerinde satır ve sopalarla direnişçi avlayan Kasımpaşa sporlular oldular.
Sonunda siyasete de futbol konjonktürleri ve değişkenleri açık bir şekilde ilave edilmiş oldu. Şimdiye kadar çoğu olayda tepeden aşağıya doğru giden bir güç söz konusuydu. Bunun da Türkiye’de belki en bilinen örneği Kenan Evren’in MKE Ankaragücü’nü cunta döneminde 2. Ligi kazanmadan 1. Lig’e taşımasıdır. Portekiz’li diktatör António de Oliveira Salazar demişti ya; “Ülkeyi fado (müzik), fatima (din) ve futbolla yönetiyorum” diye.. Aynı şekilde Benito Mussolini ve Arjantin’li general Jorge Videla gibi isimler de futbolun popülaritesinin farkına varmış ve halkı istedikleri yere yönlendirmek için futbolu etkili bir alet olarak kullanmışlardır. Daha güncel örnekleri de bildiğimiz gibi siyasi amaçları olan iş adamlarının kulüp sahibi olup politik bir platform oluşturması. Silvio Berlusconi (Milan), Mauricio Macri (Boca Juniors) ve Cem Uzan (İstanbulspor ve Adanspor) bunun farkına varmış kişiler arasındadır.
YENİ BİR MAÇA HAZIRLANIYORUZ
Türkiye’de bu aşamalardan sonra daha otonom, duyarlı ve tabandan gelen filizlenmiş bir hareketlilik görüyoruz. “Artık devran döndü” diyecek kadar naif olmasak da alttan gelen (çoğu zaman) olumlu politik baskı da artık bir gerçek.
Evet, futbol taraftarları adım adım siyasete yaklaşıyor. Yaratıcı zeka tezahüratlarla beraber cinsiyetçi küfür içeren sloganlar ve maço kültürü de maalesef bu direnişin içinde yer aldı. Daha tartışılacak çok şey var ama genel anlamda o sokaklarda gördüğünüz formalar çok olumlu bir hal alıyor.
Direnişin şimdiki aşaması çok kritik. İlk zafer sarhoşluğunu bırakıp yeniden seferber olmanın ve farklı metodlarla direnişi sürdürmenin önemini hemen hemen herkes biliyor. İlk günler kazanmaya aç olan kitle için duygusal davranmak kolay oldu. Tribündeymiş gibi kazanacağımıza inanıyoruz ve statta atmosfer nasıl oyuncuları etkiliyorsa, eylemlerle bu direnişi de etkileyebileceğimize inanıyoruz hala. Yeni bir maça hazırlanıyormuşuz gibi.
Dürüst olalım, Haziran ayının başında siz de takım tutar gibi bu direnişi kucaklamadınız mı? O coşkuyla ve umutla da devam edelim.
Jag bangar romantiken i turkisk fotboll
Det historiska har skett. De tre stora, d.v.s. Istanbul-lagen Beşiktaş, Galatasaray och Fenerbahçe, har denna säsong inte vunnit ligan. Den fjärde klubben i landet, Trabzonspor, får numera sällskap av Bursaspor som de enda mästarna utanför Istanbul i den turkiska ligans historia – och detta 26 år sedan Trabzons senaste triumf.
Bursaspor har varit med och gett turkisk fotboll stjärnor som Hakan Şükür. Man har värvat namnkunniga spelare till ligan genom åren, med allt ifrån Ionel Ganea till Ivan Ergic idag. Staden är trevlig och modern. Klubben har också en av landets eldigaste klackar och en lång historia av spel i högsta divisionen. Bursa har dessutom fostrat spelare som kommer att ge det turkiska landslaget fler av dess favoritprodukt; små, knubbiga, men ack så tekniska mittfältare, i och med Volkan Şens stora genombrott.
Extra sympatier fick många, däribland jag, när Bursa vände nere i andradivisionen, för att sedan återvända hem till toppen. Men ändå unnar jag inte Bursa denna seger.
Bursa är klubben vars supportrar har trakasserat Diyarbakirspor på grund av dess kurdiska förankring. Det motsatta har också skett, men är knappast acceptabelt åt något håll. Supportrarna har också tagit ställning för Azerbajdzjan i Turkiets landslagsmatcher mot Armenien för att manifestera ett nationalistiskt budskap mot armenierna och till stöd för ”broderfolket” azerier. Bursa är även Turkiets ”femte klubb”, som sagt. Det innebär att mitt Gaziantepspor aldrig blir Anatoliens stjärna i skuggan av Trabzon och Istanbul-klubbarna. Men framförallt är nästa säsongs Europa-spel skrämmande för oss som önskar alla turkiska klubbar framgångar.
Bursaspor kommer, trots segern, få svårt att behålla sina bästa spelare. Likt förra årets succélag Sivasspor lär en form av dykning ske nästa säsong, mest beroende på spelarförsäljningar och en mättnad över att Bursa har nått så långt man kan. Således är det problematiskt att det är Bursa som är ett av lagen som garanteras få representera Turkiet. I Champions League. Ett Bursaspor i ligornas liga skulle aldrig ta mer än tre poäng. Så till och med en Fener-kritisk person som jag själv hade hellre sett den gula kanariefågeln ta hem ligan. Oromantiskt? Ja, för turkisk klubbfotboll är inte vad den var i början av 2000-talet, när Galatasaray tog Europa med storm, Beşiktaş slog Chelsea och mindre klubbar kunde gå långt i viktiga cuper.
Vad ska man göra? Hatten av för Bursa, även om hjärtat säger nej.
Europas kulturhuvudstad en historisk plats fattigare?
Istanbul är 2010 års kulturhuvudstad. Men den klassiska biografen Emek Sinemasi (Arbetets bio) riskerar att gå förlorad på grund av en planerad rivning till förmån för nya affärer i Beyoglu, i centrala Istanbul. Detta skulle innebära att Istanbul blir drygt 900 biografplatser fattigare, samtidigt som en del av den turkiska filmkulturen försvinner.
De senaste dagarna har protester mobiliserats för att få regeringen att tänka om i frågan. Bland de deltagande återfinns kända ansikten som Güven Kirac och Tuncel Kurtiz, som en gång i tiden var verksam i Sverige. Ett kul inslag var att fotbollslaget Besiktas’ ultrasgrupp Carsi också deltog i de demonstrationer som lockade tusentals deltagare i Istanbul. Protesterna uppges för övrigt vara de största i kultursammanhang sedan 1970-talet.
Beşiktaş-supportrar stödjer TEKEL-arbetarna
Turkiets mest progressiva läktare har gjort det igen. Grupperna Carsi och Halkin Takimi har hjälpt till med materialspridning och insamling av förnödenheter för TEKEL-arbetarna. Bilden nedan visar några av BJK-anhängarna i stadsdelen Besiktas mitt uppe i solidaritetsarbetet (bild hämtad från ForzaLivorno.org).
Årets elva i Türkcell Süperlig
Häromdagen blev jag tillfrågad om jag kunde göra en elva med de bästa spelarna från denna säsong i den turkiska ligan. Min uppställning blev enligt följande.
Milan Baros (GS) – Gökhan Ünal (TS)
Arda Turan (GS) – Rodrigo Tabata (G.ANT.) – Fabian Ernst (BJK) – Mehmet Topuz (KAY)
Caglar Birinci (DEN) – Rigobert Song (TS) – Diego Lugano (FB) – Abdurrahman Dereli (SIV)
Michael Petkovic (SIV)
Det återstår att se om det blir just den här versionen i helgens fotbollsmagasin. Håll utkik!
Yusuf Şimşek får mig att skämmas
Yusuf Şimşek spelade en gång i mitt Gaziantepspor. Bara en säsong; 2003/04. Det var en jobbig tid. Vår nye spelfördelare var sällan synlig och de gånger han hade bollen fick han för sig att försöka sig på omöjliga dribblingar, något som resulterade i många onödiga bollförluster. Det enda jag verkligen minns med glädje från Yusuf-tiden i Gaziantep är hans 1-0-mål mot Roma i UEFA-cupen. Vi åkte visserligen ut efter en 2-0-förlust i andra matchen, men Yusuf satte Gaziantepspor på kartan. I åtminstone en match.
Strax efter årsskiftet var jag i Berlin. Där skulle jag bland annat möta upp en vän som är djupt förälskad i Beşiktaş. Jag möts av en besviken kompis vars första ord blir ”vi har värvat Yusuf”. Jag skrattade mig hes och insåg att spelarköpet var kvällens höjdpunkt. Vad skulle ett storlag som Beşiktaş göra med en snart 34-årig mittfältare vars bollkärlek nästan alltid skapat ineffektivitet? Det gick inte att hejda skratten.
Nu några månader senare har Yusuf visat sig vara en värdefull tillgång. Han avgjorde ödesmatchen mot Kayserispor genom att göra mål nyligen, men hans kanske mest imponerande insats är framspelningen till Holosko i gårdagens segermatch mot Eskisehirspor. Titta och njut, när jag såg dribblingarna skämdes jag för att jag i januari sågat denna artist.